Kıbrıs'ta Yeni Oyunlar: Türk Devletleri AB Sevdasına KKTC'ni Yalnızlaştırıyor

KIBRIS'TA YENİ OYUNLAR: TÜRK DEVLETLERİ AB SEVDASINA KKTC'Nİ YALNIZLAŞTIRIYOR

Giriş

 

Bu yazımızda, Türk devletlerinin son dönemde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile diplomatik ilişkilerini artırma eğilimleri ve bu durumun Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) açısından taşıdığı anlamı analiz etmeye çalışacağız.

 

Özbekistan'ın Aralık ayında Roma Büyükelçisi'ni Güney Kıbrıs Rum Yönetimi nezdinde akredite etmesiyle başlayan bu endişe verici süreç, Mart ayında Kazakistan'ın büyükelçisinin Rum lider Nikos Anastasiadis'e itimat mektubunu sunmasıyla devam etmiş, son olarak Türkmenistan'ın da benzer bir adım atmasıyla sürmüştür.

 

Türkiye’nin ricasına rağmen Kazakistan'ın geçtiğimiz yıl kendi ülkesinde düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı zirvesine KKTC'yi davet etmemesi, bu süreçte yaşanan önemli bir dönüm noktası olarak tarihe not düşülmüştür. Özbekistan’ın ise Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'la olan kişisel ilişkisine rağmen KKTC'yi zirveye davet etmekte isteksiz davranması, Türk Devletlerinin bölgesel ve uluslararası dengelerde farklı tercihleri öne çıkardığını, zaman zaman ‘Türk Dünyasının Birliği’ misyonuna uygun davranmadığını göstermektedir.

 

Türkiye’nin ısrarlı taleplerine kulak tıkayarak, bugüne kadar KKTC’yi tanımadıkları yetmiyormuş gibi, TDT’ye üye olmasına da imkan tanımayan, üstüne üstlük GKRY’ye büyükelçi atayan bu kardeş ülkelerin yönetimi, kardeşlik hukukunu da göz ardı etmektedir.

 

Öte yandan Anayasa tartışmaları kapsamında ‘Türk’ kavramını bile tartışmaya açacak kadar atak davranan Aksakallar Konseyi Başkanımızın bu konularda suskunluğu tercih etmesi de ‘iğne-çuvaldız’ ikilisinin çuvaldız tarafının Türkiye’ye çevrilmesine sebep oluyor.

 

Elbette Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov’un KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Zirvesi'ne "Onur Konuğu" olarak davet etmesinin ardından AB tarafından uygulanan yaptırımları ve buna rağmen Caparov’un dik duruşunu da göz ardı etmemek gerekir.

 

Kazakistan’dan Üst Üste Diplomatik Hatalar

 

Kazakistan'ın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) varlığını tamamen göz ardı ederek Güney Kıbrıs'ta bir elçilik kurma yönündeki son kararı; yalnızca diplomatik bir yanlış adım değil, aynı zamanda Türkiye ve Türk dünyasıyla derin medeniyet ve akrabalık bağları olan gururlu bir Türk toplumu olan Kazakistan'a yön vermesi gereken tarihi, yasal ve ahlaki gerçeklere de bir ters düşümdür.

 

Kazakistan’ın 26 Şubat’ta büyükelçi ataması sırasında Büyükelçi Nikolay Zhumakanov, ülkesinin “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda tanınan sınırları içindeki egemenliğini ve toprak bütünlüğünü kararlılıkla desteklediğini” ifade etmiş, Rum Cumhurbaşkanı Hristodulides ise Türkiye’yi “50 yıldır Kıbrıs’ta işgalci” olmakla suçlamış ve Kazakistan’a teşekkürlerini iletmiştir.

 

Dışişleri Bakanı Murat Nurtleu'nun Kıbrıslı Türkleri veya KKTC'yi tanımadan adaya seyahat etmesi sadece bir dikkatsizlik değildir. Kıbrıslı Türk tarafına en temel diplomatik nezaketi bile göstermemesi, barışa olan sarsılmaz bağlılıklarına rağmen sistematik olarak izole edilen ve görmezden gelinen insanlara da saygısızlıktır. Kazakistan'ın bu eylemleri basit bir ihmalden ziyade kasıtlı bir cehaleti akla getiriyor. Ekonomik teşvikler ve siyasi pragmatizm ekseninde hareket etmeyi tercih eden Kazakistan Yönetimi, Türk dünyasının dayandığı değerlerden uzaklaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır.

 

Savaşı nedeniyle Rusya’nın tüm ilgisinin Ukrayna üzerinde olduğu bir ortamda Kazakistan, bu ortamdan da yararlanarak AB ve ABD ile ilişkilerini daha da geliştirmek, yeni politik açılımlar yapmak için böyle bir karar almış olabilir elbette. Ancak ABD’nin Ukrayna-Rusya ilişkisinde ve AB konusundaki son tutumları bu seçeneğin ne kadar yanlış olduğunu da ortaya koyuyor.

 

Belli ki, Kazakistan’ın Türkiye ve TDT ülkeleri ile ilişkileri kendisine yeterli gelmemiş ve böyle bir karar almıştır. Bütün bu gelişmeler, hem Türkiye’nin hem de TDT’nin politikaları ve üye ülkelere katkılarının henüz üyelerin istediği seviyede olmadığını ve üye ülkelerin yeni politik açılımlarda TDT ve Türkiye faktörünü ihmal edebildiğini de göstermiş oldu.

 

AB Gözünü Türk Devletleri’ne Dikti

 

Semerkant'ta düzenlenen ve Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katıldığı Avrupa Birliği-Orta Asya zirvesi ise, Avrupa Birliği'nin bölgeye yönelik stratejik ilgisini ve bu kapsamda açıklanan 12 milyar Euro'luk yatırım paketinin detaylarını açığa çıkarmakta. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından açıklanan 12 Milyar euroluk yatırım paketinin 2.5 milyar euroluk kısmı Orta Asya maden ve minarellerinin çıkarımı için; 3 milyar euro'luk kısmı bu madenleri Avrupa'ya taşıyacak ve Çin ile karayolu ulaşımını sağlayacak Trans Hazar ulaşım koridoru ile Orta Koridorun geliştirilmesi için; 6.4 milyar euro'luk kısmı su, enerji, iklim değişikliği anlaşmasının uygulanması, Aral Denizi bölgesindeki durumun iyileştirilmesi vb çevresel projeler için; 100 milyon euro'luk kısmı ise, AB ile internet üzerinden ilişkileri geliştirecek dijital bağlantı alanlarındaki projelerin finansmanı için kullanılacak.

 

Bu projelerden bazılarına şimdiden Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından finansman sağlanmış durumda.

 

AB, kendi ifadeleriyle bu parayla, "temiz enerji ve nadir toprak elementlerine erişimi, 2050 yılına kadar iklim nötrlüğünü/karbonsuzlaşmayı sağlamayı ve stratejik sektörlerde etkisini arttırmayı" hedefliyor.

 

Türkistan coğrafyası, dünyadaki manganez cevherinin % 38,6'sını, kromun % 30,07'sini, kurşunun % 20'sini, çinkonun yüzde 12,6'sını ve titanyumun % 8,7'sini içeren büyük yataklara sahip. Buna sınırsız doğal gaz ve petrol rezervlerini de eklerseniz durum daha çok anlaşılacaktır.

 

Ancak bu yatırımlar karşılığında Türk Devletlerinin KKTC'yi dışlayan, Türkiye'yi "işgalci" olarak tanımlayan ve Kıbrıs Rum Yönetimi'nin adanın tek meşru temsilcisi olduğunu kabul eden koşulları benimsemek zorunda kaldıkları artık ayan beyan ortaya çıktı. Bu şartların özellikle Avrupa Birliği üyeleri Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından dayatıldığı, veto güçlerinin bu bağlamda baskı aracı olarak kullanıldığı elbette bir hakikat.

 

İlginçtir ki; Ursula von der Leyen, bu yatırımlar karşılığında bu devletlerin egemenliğinin artacağını iddia ederken, aynı devletlerin yöneticileri, bu vaatler karşılığında egemenliklerini 12 milyar dolar karşılığında göz ardı ediyorlar.

 

Türk Devletleri Teşkilatı ve İç Dayanışmanın Yaralanması

 

Kazakistan ve Türkmenistan’ın GKRY ile ilişkilerini geliştirme kararları, Özbekistan’ın bazı girişim ve diplomatik tutumları, Macaristan’ın uluslararası mahkeme kararlarını hiçe sayarak İsrail Cumhurbaşkanını kırmızı halıyla karşılaması Türk Devletleri Teşkilatı'nın dayanışmasını derinden sarsmaktadır. KKTC’nin TDT’na gözlemci üyelik çabaları sürerken, bu diplomatik hamleler KKTC’yi yalnızlaştırmakta ve bölgedeki dayanışma ruhunu sorgulatmaktadır. Büyük Türk toplumunun Türk Devletler Teşkilatı’na beslediği umut ve güveni zedeleyecek bu yaklaşımlardan derhal vazgeçilmelidir.

 

KKTC’de Başörtüsü Tartışmaları

 

Eşzamanlı olarak KKTC'de ortaya çıkan başörtüsü tartışmaları toplumun kültürel ve siyasi fay hatlarını derinleştirmektedir. Bu kriz, KKTC’nin iç meselelerini daha karmaşık hale getirirken, Türkiye ile KKTC ilişkilerinde de yeni gerilimlere yol açmaktadır. KKTC’de fiili bir başörtüsü yasağı ve gündemi yokken, bir anda böyle bir gündemle Kıbrıs Türk halkının ayrışması yaklaşan seçimleri de tehlikeye sokmuş, Türkiye’ye müzahir bir yönetim yapısının korunması risk edilmiştir.

 

KKTC Vatandaşlarının Algısı ve Psikolojik Etkiler

 

Diplomatik yalnızlaşma ve iç meselelerdeki gerilimler, KKTC vatandaşlarında güvensizlik ve belirsizlik duygusunu artırmaktadır. Türkiye’nin ve Türk Devletleri'nin desteğinin yetersiz kaldığı algısı özellikle gençler arasında yayılmaktadır.

 

Her ne kadar KKTC Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı, Türk Cumhuriyetlerinin Güney Kıbrıs’ta elçilik açmalarının KKTC ile ilişkilerde engel teşkil etmediğini ifade etse de, Türkiye ile ilişkilerde mesafeli duran yeni neslin elindeki argümanların güçlendiği ortadadır. Türk Devletler Teşkilatı’nın ve Türk Birliği’nin sağlayacağı getiriler topluma anlatılmaya çalışılırken, TDT üyesi bazı ülkelerin AB ile ilişkileri geliştirme gayreti ile KKTC’yi yalnızlaştırması, Rum kesimi ile federatif ilişki içerisinde AB üyesi olma hevesindekilerin argümanlarını güçlendirmiştir.

Tüm bunlar Kıbrıs’ta özellikle yeni nesilde çok zayıflayan Türklük bilinci ve aidiyet duygusunun daha da körelmesine sebep olabilecek olumsuz gelişmelerdir.

 

Sonuç

 

Sonuç olarak, Türk devletlerinin ekonomik çıkarlar, AB ile yakınlaşma çabaları ve başkaca nedenlerle Türkiye ve KKTC ile tarihsel bağlarını ikinci plana atmaları elbette Türk Birliği açısından kabul edilebilir bir davranış olarak görülemez. Bu durum, KKTC ve Türkiye açısından ciddi diplomatik ve jeopolitik meydan okumalar yaratmaktadır. Türk dünyasının birlik ve dayanışma iddiası ise bu süreçte ciddi yara almaktadır. Siyonist Evangelist lobinin Türk Dünyası üzerindeki oyunları boşa çıkarılmalıdır. Başörtüsü tartışmaları gibi iç meselelerin eşzamanlı gündeme gelmesi de toplumdaki kırılmaları derinleştirmektedir. Türk devletleri, ekonomik çıkarlarıyla kardeşlik bağları arasında dengeli bir politika izlemediği sürece, KKTC üzerindeki diplomatik ve psikolojik baskının artacağı açıktır.

 

Türkiye’nin Kazakistan devlet uçağının Türkiye hava sahasından geçmesine izin vermemesi ve Nurtileu’nun özel havayolu uçuşuyla Güney’e gitmek zorunda kalmasından daha etkili adımlar atması gerekmektedir. TDT’nın daha etkin bir rol oynamasının yolları açılmalı ve Türkiye bu konuda özel gayret göstermelidir. Hatta bütün bu olumsuz gelişmeleri KKTC lehine çevirecek stratejiler üreterek, TDT’na üyelik işlemleri hızlandırılmalıdır. Zira konu, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarımız açısından hayati öneme sahiptir.

Toplam Okunma Sayısı : 127