
KARBON AYAK İZİ VE İKLİM YASASI: TOPLUMSAL, EKONOMİK VE SİYASAL ETKİLER ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Aşağıdaki rapor, TBMM’de görüşülen İklim Yasası etrafında yürütülen tartışmaları tarafsız, olgu temelli ve çok boyutlu bir çerçevede ele almak amacıyla hazırlanmıştır. Raporda; sıfır karbon hedefinin üreticilere getireceği olası kısıtlamaların üretim ekonomisine etkileri, bu kısıtlamaları izlemek, denetlemek ve uygulamak için kurulacak yeni mekanizmaların ortaya çıkarabileceği ekonomik fırsat/rant alanları, bunların siyasal-ekonomik yansımaları, egemenlik hakları bağlamında ileriye dönük kaygılar ve yanlış uygulamaların muhtemel sonuçları incelenmektedir.
Giriş
Karbon ayak izi, bireylerin, kurumların veya ülkelerin faaliyetleri sonucu atmosfere salınan sera gazlarının (özellikle karbon dioksit – CO₂) toplam miktarını ifade eder. Bu salım doğrudan (örneğin araba kullanmak) ya da dolaylı (tüketilen ürünlerin üretimi sırasında ortaya çıkan emisyonlar) olabilir. Genellikle ton CO₂ eşdeğeri (tCO₂e) ile ölçülür.
Net-sıfır emisyon, atmosfere salınan sera gazlarının miktarının, doğal yollarla (ormanlar, okyanuslar) veya teknolojik yöntemlerle (karbon yakalama teknolojileri) aynı oranda geri çekilmesiyle dengeye getirilmesi anlamına gelir. Bu hedef, küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlamak için gereklidir.
Dünya genelinde iklim değişikliğinin etkileri her geçen yıl daha belirgin hale gelmekte ve ülkeler bu krize yanıt olarak çeşitli yasal düzenlemeler geliştirmektedir. Türkiye, Paris Anlaşması’nı 2021 yılında onaylamış ve 2053 yılı için “net sıfır emisyon” (karbon nötr) hedefi ilan etmiştir. Bu hedefin iç hukukta somut karşılık bulması için TBMM’de İklim Yasası’nın kabul edilmesi gündeme gelmiştir ve yasa görüşmeleri devam etmektedir.
Bu yasanın amacı, Türkiye’nin Paris Anlaşması yükümlülükleri ve 2053 net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda sera gazı emisyonlarını azaltmak ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için yasal bir çerçeve oluşturmaktır. Ancak, böylesi kapsamlı bir düzenlemenin Türkiye’de sosyal, ekonomik ve siyasal alanlarda geniş yansımaları olacağı aşikârdır. Aynı zamanda, iklim yasası ve benzeri çevresel politikalar etrafında, kamuoyunda farklı tepkiler ve hatta bazı karşı teoriler odağında endişeler de ortaya çıkmaktadır.
TBMM Gündemindeki İklim Yasası: Arkaplan ve İçerik
Bu yasanın arka planını anlamak için Türkiye’nin son yıllarda iklim politikalarında attığı adımlara bakmak gerekir. Türkiye, Ekim 2021’de Paris İklim Anlaşması’nı onaylayarak küresel iklim hedeflerine resmen katılmış ve Cumhurbaşkanı tarafından 2053 yılı için net-sıfır emisyon hedefi ilan edilmiştir. Bu hedef, 2030’lar ve 2040’lar için kademeli emisyon azaltım hedeflerini ve ekonomik dönüşümü gerektirmektedir. İklim Yasası taslağı da bu uzun vadeli taahhütleri iç hukukta somut adımlara dönüştürme çabasının bir parçasıdır.
Yasa tasarısının içeriği incelendiğinde, karbon emisyonlarını kontrol altına almak ve iklim krizine uyum sağlamak üzere çeşitli mekanizmalar öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bunların başında, sera gazı emisyonları için bir karbon piyasası ve ticaret sistemi kurulması gelmektedir. Tasarıyla, şirketlerin ve sektörlerin emisyonlarına bir üst sınır getirilmesi ve izin verilen emisyon miktarının üzerinde salım yapmak isteyenlerin karbon piyasasından pay satın almak zorunda kalması planlanmaktadır. Böylece, piyasa temelli bir araçla emisyonların azaltılması ve düşük karbonlu teknoloji yatırımlarının teşvik edilmesi hedeflenmektedir. İklim Yasası, aynı zamanda iklim değişikliğine uyum konusunda da hükümler içererek yerel yönetimlerin ve kurumların iklim dirençliliğini artırıcı önlemler almasını öngörmektedir. Örneğin, şehirlerde altyapının aşırı hava olaylarına dayanıklı hale getirilmesi, su kaynaklarının yönetimi, tarımda kuraklığa dayanıklı uygulamaların teşviki gibi uyum başlıkları yasada yer bulmaktadır.
Tasarı, iklim politikalarının koordinasyonu için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı liderliğinde kurumlar arası bir mekanizma öngörmekte; bilim insanları, sivil toplum ve özel sektör temsilcilerinden oluşan danışma kurullarının oluşturulmasını teşvik etmektedir.
Resmi gerekçelere bakıldığında, iklim yasasının Türkiye ekonomisini Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat sürecine uyumlu hale getirmeyi de hedeflediği görülmektedir. Avrupa Birliği, 2026 itibariyle devreye girecek Karbon Sınır Mekanizması ile karbon yoğun ürünlere sınırda ek maliyet getirmeye hazırlanmaktadır. Türkiye’den AB ülkelerine ihracat yapan çelik, çimento, alüminyum, gübre gibi sektörlerin bu yeni düzenden olumsuz etkilenmemesi için, Türkiye’nin kendi karbon düzenleme sistemini kurması kritik görülmektedir.
Ancak yasa tasarısı, TBMM’de görüşülmesiyle birlikte bazı eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Muhalefet partileri ve çevre STK’ları, mevcut haliyle sunulan tasarının gerçekten etkin bir iklim koruma yasası olmaktan ziyade, karbon piyasasını düzenleme yasası niteliğinde olduğunu dile getirmişlerdir. Bazı çevreler de bu kanunun yeni dünya düzenini kurma çabasındaki belnelmilel sermaye sahiplerinin çıkarlarına hizmet ve Türk Milletine ihanet olacağını ifade etmektedirler.
A. İklim Yasasının Toplumsal Etkileri
İklim yasasının yürürlüğe girmesi, toplumda farklı kesimleri ve gündelik hayatı çeşitli şekillerde etkileyecektir. Bu etkinin olumlu yönleri olabileceği gibi, geçiş sürecinin iyi yönetilmemesi halinde bazı zorluklar da ortaya çıkabilecektir.
Karbon emisyonlarını azaltma hedefi doğrultusunda ulaşımda toplu taşıma ve elektrikli araçların yaygınlaştırılması, bireylerin ulaşım alışkanlıklarının dönüşümü, konutlarda enerji verimliliği standartlarının yükseltilmesi, yalıtım, ısı pompası gibi uygulamaların teşviki söz konusu olacaktır. Vatandaşlar Enerji tasarrufu yapmaya, geri dönüşüm ve sıfır atık uygulamalarına yönlendirileceklerdir. Tüm bu adımlar, çevre kalitesini ve dolayısıyla halk sağlığını olumlu etkilerken, diğer yandan ekonomide ve üretimde bir takım ağır maliyetler, uygulama zorlukları ortaya çıkacak ve bir çok sektör olumsuz etkilenecektir.
Getirilen düzenlemeyi savunanların, iklim krizini yavaşlatacak adımların aynı zamanda birer sağlık yatırımı olduğu, söylenenin aksine çiftçiler, kırsal kesimde yaşayanlar ve yoksul kesimlerin, iklim değişikliğinin getirdiği kuraklık, sel, aşırı hava olayları gibi etkiler karşısında daha savunmasız durumda kaldıkları iddiaları elbette klasik savunma yaklaşımlarını içermektedir. Öte yandan şehirlerde düşük gelirli ailelerin enerji faturalarını artırabilecek karbon fiyatlandırması gibi önlemlere karşı sosyal destek mekanizmalarının geliştirilmesi, temiz enerjiye geçiş sürecinde bu ailelere sübvansiyonlar sağlanması önerileri aynı zamanda olası tehditleri de ortaya koymaktadır.
Düşük karbonlu ekonomiye geçiş, bazı sektörlerde istihdamın azalmasına yol açarken (özellikle fosil yakıt üretimi ve kullanımıyla ilişkili sektörler), yeni sektörlerde istihdam imkânları yaratacaktır. Bu durumda bu sektörde çalışan işçilere yeni sektör alternatifleri oluşturulmak zorundadır ki, bu da çok ciddi altyapı süreci ve yatırım gerektirmektedir.
B. İklim Yasasının Ekonomik Etkileri
İklim yasası, Türkiye ekonomisinde hem riskleri hem de fırsatları beraberinde getirecektir. Bu düzenlemenin ekonomik etkilerini anlamak için kısa vadeli uyum maliyetleri ile orta-uzun vadeli kazanımlar dengesine bakmak gerekir.
1. Sıfır Karbon Hedefinin Üreticilere Muhtemel Kısıtlamaları
1.1. Üreticileri Bekleyen Yeni Regülasyonlar
Emisyon Üst Sınırları (Cap-and-Trade): Yasanın taslak metninde en çok tartışılan konulardan biri, sektör veya firma bazında emisyon üst sınırları getirilmesidir. Bu sistem devreye girerse, belirlenen emisyon kotasını aşan üreticiler, karbon piyasasından emisyon izni satın almak zorunda kalabilir.
Karbon Vergisi veya Fiyatlaması: Yasa kapsamında karbon vergisi öngörüsü varsa, özellikle fosil yakıt yoğun sektörler (kömürlü termik santraller, demir-çelik, çimento, cam, seramik vb.) ek maliyetlerle karşılaşacaktır.
Tarım ve Hayvancılıkta Metan Azaltımı: Sıfır karbon hedefi, metan (CH₄) gibi diğer sera gazlarını da kapsamaktadır. Hayvancılık işletmeleri ve yoğun üretim yapan çiftçiler, yeni raporlama ve emisyon azaltıcı teknoloji maliyetleriyle karşılaşabilirler.
Yeşil Sertifikasyon Zorunluluğu: İhracat yapan veya büyük tedarik zincirlerine mal/hizmet sunan firmalardan “yeşil sertifika” veya “sürdürülebilirlik raporu” talep edilebilir. Bu, firmalara hem bürokratik hem de finansal ek yükler getirebilir.
1.2. Üretim Ekonomisine Etkileri
Rekabet Gücü Kaybı: Kısa vadede, yeni düzenlemeler ek maliyet getireceği için üreticilerin kar marjı daralabilir. Özellikle teknolojik dönüşüme yatırım yapması gereken KOBİ’ler zorlanabilir.
İhracatta Avantaj / Dezavantaj: Orta-uzun vadede, Avrupa Birliği’nin karbon sınır mekanizmasını uygulamasıyla, karbon yoğun üretim yapanlar AB pazarında ilave vergilerle karşılaşabilir. Ancak Türkiye’de yasal düzenlemeler hızla adapte olursa, ihracatçılar bu ilave vergilerden muaf olabilir; bu da rekabet gücünü koruma avantajı yaratabilir.
Yatırım Harcamaları: Daha az karbon salan ya da karbonu tutan teknolojiler (yenilenebilir enerji, enerji verimliliği vb.) yaygınlaştıkça, firmaların sermaye harcamalarında artış olacaktır. Bu harcamalar, orta vadede enerji maliyetlerini düşürebilir fakat başlangıçta ek finansman ihtiyacı doğurur.
Üretimin Dışa Kayması Riski (Carbon Leakage): Kısıtlamalar fazla sert uygulandığında, bazı sektörlerde üretimin fosil yakıt kısıtlaması düşük veya uygulaması zayıf ülkelere kayması (outsourcing) tehlikesi ortaya çıkabilir. Türkiye, kendi üretim yapısını korumak için bu olasılığı dikkate alarak tedbir almak zorunda kalabilir.
1.3. Denetim ve Uygulama Süreçlerinde Yeni Sektör ve Olası Rantlar
Sıfır karbon hedefi doğrultusunda getirilen düzenlemelerin hayata geçirilmesi, geniş çaplı denetim, raporlama, sertifikalandırma ve izleme mekanizmaları gerektirecektir. Bu süreç doğal olarak yeni bir “yeşil pazar” oluşturacaktır:
Danışmanlık ve Sertifikasyon Şirketleri: Kurumsal karbon ayak izi hesaplama, yeşil dönüşüm yol haritaları, ISO 14001 gibi çevre yönetim standartları sertifikasyonları vb. konularda uzman şirketler piyasada ciddi bir iş hacmine sahip olabilir.
Denetim ve Raporlama Firmaları: Yasanın zorunlu kılacağı emisyon envanterleri ve raporlarının doğrulanması süreçleri (ör. doğrulama kuruluşları) için ruhsatlı firmalar devreye girecektir. Burada devletin hangi firmalara bu yetkiyi verdiği, lisanslama süreçleri önemli hale gelecektir.
Karbon Piyasası Aracı Kurumları: Eğer karbon ticareti (cap-and-trade) sistemi kurulursa, “karbon kredisi” alıp satmaya aracılık eden finans kuruluşları ortaya çıkabilir. Bu da finans kesimi için yeni bir gelir alanı olabilir.
Yeşil Teknoloji Tedarikçileri: Emisyon izleme cihazları, filtre sistemleri, atık ısı geri kazanım ekipmanları, yenilenebilir enerji kurulumları vb. alanlarda devasa bir pazar gelişebilir.
Oluşacak yeni pazarda rant paylaşımı, siyasi baskıları da artırabilir. Bu sektördeki yeni aktörler, kazançlarını korumak veya büyütmek için mevzuatı kendi lehine yönlendirmek isteyebilir.
İklim yasasının belki de en belirgin ekonomik etkisi, Türkiye’nin dış ticaretine ve özellikle Avrupa pazarındaki rekabetçiliğine ilişkindir. Avrupa Birliği, Karbon Sınır Ayarlama Mekanizması (CBAM) adında bir uygulamayı 2026’da tam olarak devreye sokacaktır. Bu mekanizma, AB’ye ithal edilen çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre ve elektrik gibi ürünlerin içerdiği karbon emisyonu miktarına göre sınırda bir ücret ödenmesini öngörmektedir. Türkiye, AB’nin en büyük ticaret ortaklarından biri olarak, bu mekanizmadan doğrudan etkilenecektir. İklim yasası ile kurulacak karbon piyasası ve ulusal emisyon azaltım politikaları, Türk ihracatçılarının AB sınırında ek vergiler ödemesini önleyebilir. Yani, Türkiye kendi içinde karbon fiyatlaması yapar ve emisyonlarını azaltırsa, ihracat ürünlerine AB tarafından ayrıca bir karbon bedeli yüklenmez. Aksi taktirde sıfır karbon ayak izine sahip bir malınız yoksa AB sınırlarından girecek her mal ve hizmete % 35’ten başlayan yeşil karbon vergisi ödemek zorunda kalınır. Bu şekilde AB’nin eski, karbon izi yüksek firmalarını ve mallarını dışardan gelen firma ve mallar finanse etmiş olur.
2. Yatırımlar ve Yeşil Ekonomiye Geçiş:
Olası fayda olarak; yenilenebilir enerji, enerji depolama, elektrikli ulaşım, sürdürülebilir tarım, geri dönüşüm teknolojileri gibi sektörlerde önemli atılımlar yapabilir. Son yıllarda Türkiye’de rüzgâr ve güneş enerjisi yatırımları zaten dikkat çekici biçimde artmıştır. 2024 yılında rüzgâr ve güneş enerjisinin elektrik üretimindeki payı %18’e ulaşarak ilk kez yerli kömürün tarihî zirvesini geride bırakmıştır. Bu, enerji üretiminde fosil yakıtların payının giderek düştüğünü göstermektedir. İklim yasası ile birlikte yenilenebilir enerjiye yatırımın daha da ivme kazanması beklenebilir. Güneş paneli imalatı, rüzgâr türbini üretimi, enerji verimliliği ekipmanları gibi sektörler gelişme fırsatı bulacaktır. Türkiye, coğrafi konumu ve doğal kaynak potansiyeli sayesinde bu teknolojileri üreterek bölgesel bir tedarik merkezi haline bile gelebilir.
Türkiye, enerjide büyük oranda dışa bağımlı bir ülkedir. Petrol ve doğal gaz ihtiyacının önemli bir kısmı ithalatla karşılanmaktadır ve bu durum cari açık ve makroekonomik istikrar açısından risk oluşturmaktadır. İklim dostu politikalar, genellikle enerji verimliliğini artırmayı ve yenilenebilir enerji kullanımını yaygınlaştırmayı içerdiğinden, enerji ithalatını azaltma potansiyeline sahiptir. Bu perspektiften bakıldığında, iklim yasası uzun vadede Türkiye’nin enerji faturasını azaltarak cari açığın düşmesine katkı sağlayabilir.
İklim yasasının ekonomik etkilerinden biri de işgücü piyasasındaki değişim olacaktır. Düşük karbon ekonomisine geçişle beraber yeşil işler (green jobs) denilen yeni iş alanları ortaya çıkmaktadır. Yenilenebilir enerji teknisyenliğinden, enerji denetçiliğine; elektrikli araç şarj istasyonu işletmeciliğinden, orman ve ekosistem restorasyon uzmanlığına kadar pek çok yeni meslek gelişmektedir. Ancak bunun için eğitim sisteminin ve mesleki eğitim programlarının yeni beceriler kazandıracak şekilde güncellenmesi gerekir.
C. Siyasal-Ekonomik Yansımalar ve Yeni Lobi Oluşumları
1. Yeni Baskı Gruplarının Ortaya Çıkması
Üretici Lobileri: Emisyon kısıtlamalarının yüksek maliyet ve rekabet dezavantajı yarattığını düşünen sanayi kesimi, yasanın esnetilmesi veya teşvik mekanizmalarının artırılması için lobi faaliyetleri yürütebilir.
Yeşil Ekonomi Lobileri: Öte yandan, yeşil teknolojiler üreten veya çevresel sertifikasyon hizmeti sunan şirketler, düzenlemelerin sıkılaştırılmasını savunarak yeni müşteri ve kazanç imkânlarını artırmak isteyecektir.
İktidara Yakın Yapılar: Devletten lisans, teşvik veya izin almakta avantaj sağlayabilecek gruplar, devletin politika tercihini kendi çıkarları yönünde etkilemek için siyasi baskı uygulayabilirler. Gerek parti destekleri, gerekse kamuoyu oluşturma yollarıyla politikacıları etkilemeye çalışabilirler. Elbette bunlar ekonomi ile ilişkili tüm yasa çalışmaları için geçerli olgulardır.
2. Olası Sonuçlar
Düzenlemeler nedeniyle yüksek uyum maliyeti ile karşılaşanların, hükümet nezdinde “gevşetme” veya “geciktirme” baskısı yapmamaları, pratikte denetimlerin yeterince yapılması veya raporlamaya ilişkin esneklikler verilmemesi, “ranta dayalı yapı” oluşturulmaması, artan maliyetlerle boğuşan üreticiler ile yeni sektörlerden yüksek kâr elde eden çevreler arasında toplumsal adalet sağlanması ve kanundan umulan faydanın sağlanması için uygulamanın, adil, ülke ve millet çıkarlarına uygun, şeffaf, kademeli ve ilgili taraflarla müzakere edilerek yürütülmesi gerekecektir.
Öte yandan; iklim yasasının arka plan gerçekleri ve ekonomik yansımalarından çok, son yıllarda yaşanan çevre tahribatları (orman alanlarının madenciliğe açılması, kıyıların imara açılması, HES projeleri) gündeme getirilerek, teknik detaylardan uzak, ideolojik yaklaşımlar sergilenebilmektedir.
İklim yasası, merkezi hükümet ile belediyeler arasında işbirliği gerektiren bir alan oluşturacaktır. Örneğin, şehirlerin bisiklet yolu yapması, yeşil alanları artırması, toplu taşıma sistemlerini geliştirmesi, atık yönetimini iyileştirmesi gibi görevlerde belediyelere önemli rol düşmektedir. Merkezi hükümet ve belediye yönetimlerinin farklı siyasal yapılara sahip olması ciddi bir çatışma alanı da doğurabilir.
D. İklim Yasası ve Çevresel Düzenlemeler Etrafındaki Karşı Teoriler
İklim değişikliği ve çevre politikaları bir taraftan bilimsel verilerle ve somut gözlemlerle ortaya konurken, diğer taraftan komplo teorileri diye adlandırılan ama zaman zaman haklı kaygılara dayanan eleştirilere tabi tutulmaktadır.
En yaygın teorilerin başında, küresel ısınmanın aslında gerçek olmadığı, bilim insanları ve bazı güçler tarafından uydurulmuş bir yalan olduğu iddiası gelir. Bu görüşü savunanlar, iklim değişikliği konusunda sunulan bilimsel kanıtların güvenirliğini reddeder ve çoğunlukla iklim krizini “küresel bir düzmece” olarak niteler.
İlginçtir ki, ABD Başkanı Donald Trump 2012’de attığı bir tweette küresel ısınmanın “Çin tarafından Amerikan sanayisini baltalamak için uydurulduğunu” bile iddia etmiştir.
Geleneksel küresel otoritelere (örn. Birleşmiş Milletler, IPCC gibi) güven azlığı, bu teorilere inanmayı kolaylaştırır.
Bilim insanlarının %97’den fazlası, iklim değişikliğinin insan faaliyetleri kaynaklı olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Ancak bu insan kaynaklı bozma faaliyetleri en çok gelişmiş ülkelere hastır. Belli bir gelişmişlik oranından sonra, gelişmekte olan ülkelerin önüne bu tür tedbirlerin konması her zaman çıkar odaklı çevrecilik anlayışını güçlendirmektedir.
Bir diğer karşı görüş, iklim değişikliği sorununu kabul etmekle birlikte, buna getirilen çözüm önerilerinin arkasında gizli bir küresel elit planı olduğun iddiasını içerir. Bu anlatıya göre, dünyadaki bazı güçlü çevreler (sıklıkla “küreselciler” veya belli milyarderler, kurumlar kastedilir) iklim krizini bahane ederek küresel ölçekte bir ekonomik-toplumsal düzen değişikliği dayatmak istemektedir. Son yıllarda popülerleşen “Great Reset” (Büyük Sıfırlama) teorisi, bunun somut bir örneğidir. İddialara göre, bu plan kapsamında insanlar özel mülkiyet haklarından vazgeçmeye zorlanacak, bireysel özgürlükler kısıtlanacak ve ulus-devletler güçsüzleştirilerek tek dünya hükümeti benzeri bir yapı kurulacaktır. İklim politikaları da bu komploda bir araç olarak gösterilir:
Özellikle pandemi döneminde ve sonrasında yaşananlar, “iklim kısıtlamaları” iddialarını güçlendirmiştir. Ayrıca, bazı çevreler iklim eylemlerini küresel fonlarla ilişkilendirirler.
Bazı iddialar ise iklim değişikliğinin meydana geliş şeklinin ve doğa olaylarının ardında insan kontrollü müdahaleler olduğunu öne sürmektedir. Bu bağlamda en sık rastlanan iddialardan biri, iklim mühendisliği (geoengineering) projeleri üzerinden iklimin büyük güçlerce kasten değiştirildiği iddiasıdır. Örneğin, sık sık dile getirilen HAARP adlı Amerikan araştırma programı, hava koşullarını ve hatta depremleri kontrol eden bir silah olarak savunulmuştur.
Bir diğer yaygın teori de chemtrail (kimyasal iz), yani uçakların bıraktığı yoğunlaşma izlerinin (contrail) aslında kasıtlı olarak kimyasal püskürtme olduğunu ve bu yolla insanların hasta edildiğini veya iklimin değiştirildiğini içeren iddiadır.
Öte yandan, iklim değişikliğinin bugüne kadarki seyri incelendiğinde, bunun ani ve lokalize müdahalelerin sonucu olmadığı açıkça görülecektir. Küresel ısınma, yaklaşık iki yüzyıldır sanayileşmenin başından beri devam eden olayların kademeli etkisidir. Buzulların erimesinden deniz seviyesinin yükselmesine, okyanusların ısınmasından ekstrem hava olaylarının artışına dek sayısız gösterge, iklim değişikliğinin küresel ve istatistiki olarak anlamlı bir değişim olduğunu ortaya koymaktadır. Bunlar birer doğa olayıdır, ancak insan etkisiyle tetiklenmiş veya şiddetlenmiştir.
Bilim insanlarının dikkatsiz ya da dayanaksız ifadeleri ya da sermaye gruplarına ve projelerine hizmet veren akademisyenlerin yaptıkları çıkar odaklı çalışmalar bu teorilere destek verenlerin işini kolaylaştırmakta, bilimsel ortamdan yüksek düzeyli dedikodu ortamına geçişe zemin hazırlamaktadır.
Elbette kasıtlı insan eylemi (örneğin dikkatsizlik veya terör amaçlı yangın çıkarma) gibi faktörler de olabilir, ancak tüm felaketleri bu tür komplolarla açıklamaya çalışmak bütünü görmemize engel olur.
Ancak BM, DSÖ, Dünya Bankası gibi küresel kurumların güvenilirliğini kaybetmesi ve sadece belli ülkelerin çıkarlarına hizmet etmesi insanların endişelerini artırmakta ve haklı sorular sormasına sebep olmaktadır.
Tercih edilmesi gerek yol, yüksek düzeyli dedikodu yapmak yerine yüksek düzeyli bilgi üretmektir.
E. Egemenlik Hakları Tartışması ve Alternatif Yaklaşımlar
İklim yasası, uluslararası anlaşmalar (Paris Anlaşması vb.) doğrultusunda hazırlandığı için, zamanla daha sıkı düzenlemeler veya yeni taahhütler gündeme gelebilir. Egemenlik hakları bakımından temel endişe, “uluslararası baskı veya dış finansman kaynaklarının şartları” nedeniyle ulusal kararların kısıtlanmasıdır. Zira her uluslararası sözleşme yerel kanunların üzerinde bir hüküm içerir.
Bununla birlikte, Türkiye’nin de diğer ülkeler gibi anlaşmadan tek taraflı çekilme veya ulusal yasayı iptal etme hakkı vardır. Ancak pratikte, küresel ekonomik ilişkiler ve uluslararası piyasalardaki algı nedeniyle bu hakkın kullanılması ciddi sonuçlar doğurabilir. Buna en yakın örnek İstanbul Sözleşmesinden çekilmemizdir.
Kademeli ve Esnek Dönüşüm: Kısıtlamaların aniden değil, sektörlerin rekabet gücünü koruyacak, adaptasyon süresi tanıyacak ve küçük üreticileri özel desteklerle güçlendirecek şekilde uygulanması. Böylece ekonomik ve sosyal şoklar hafifletilebilir.
Şeffaf ve Adil Rant Yönetimi: Denetim, sertifikasyon, karbon piyasası vb. mekanizmalarda kamu ihalelerini ve lisans süreçlerini tam şeffaflıkla yürütmek; bağımsız denetim kuruluşlarının etkin çalışmasını sağlamak.
Katılımcı Karar Alma: Yasa uygulama aşamasında sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, sendikalar ve üniversiteler gibi farklı paydaşların sürece dâhil edilmesi, böylece tek yönlü siyasi baskıların dengelenmesi.
Uluslararası Alanda Pazarlık Gücünü Korumak: İklim taahhütlerini şekillendirirken, “uluslararası fonlar ve teknik destek” talep etmek. Böylece sadece yükümlülükler değil, gelişmiş ülkelerin finansman sorumluluğu da masaya konur.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye’de olası bir İklim Yasası, emisyon azaltım hedefleri doğrultusunda üreticilere çeşitli kısıtlamalar ve uyum yükümlülükleri getirmeyi amaçlamaktadır. Bu kısıtlamalar, üretim ekonomisini kısa vadede zorlayabilir. Orta-uzun vadede ise uluslararası ticaretin (özellikle AB ile) gerektirdiği yeşil standartlara uyum sağlayarak ihracatta rekabet gücünün korunmasına yardımcı olabilir. Ancak yasanın pratiğe dönüşmesi sürecinde denetleme, sertifikasyon ve karbon piyasası alanlarında yeni bir rant ekonomisi oluşma potansiyeli büyüktür. Bu rantın dağıtımında iktidara yakın grupların avantajlı hale gelmesi ve buna bağlı siyasi baskılar söz konusu olabilir. Bu baskılar daha çok kazanma adına olacağı için yasanın küresel sermayedarlara daha çok hizmet etmesine sebep olabilir.
Egemenlik hakları açısından, Türkiye’nin dilediği zaman anlaşmalardan çekilme ya da ulusal yasayı değiştirme yetkisi teorik olarak saklıdır. Fakat tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme örneğinde görüldüğü gibi, böylesi bir adım uluslararası itibar ve yatırım algısı açısından olumsuz sonuçlar doğurabilir. Özellikle iklim konusu, günümüz küresel ticaret ve diplomasi ortamında giderek daha belirleyici hale gelmektedir; tek taraflı çekilme, ekonomik izolasyondan ticari yaptırımlara kadar çeşitli riskler barındırır. Bazen hiç başlamamak, vazgeçmekten daha karlıdır.
Daha iyi bir seçenek, yasanın hazırlanmasından uygulama süreçlerine kadar tüm aşamaları daha katılımcı, şeffaf ve uzun vadeli planlama esasına dayalı şekilde yönetmektir. Sosyal adalet boyutunu ihmal etmeden, üreticilere teknolojik ve finansal destek sağlayarak kademeli dönüşüm sağlamak; denetim ve sertifikasyon alanında liyakat esaslı kurumlar oluşturmak; uluslararası arenada da finansman ve teknolojik desteği müzakere etmek, Türkiye’nin hem egemenlik haklarını koruyup hem de iklimle ilgili yükümlülüklerini dengeleyici bir tutum geliştirmesine imkân tanıyacaktır.
Ama malesef yeni CB sisteminde STK’lar başta olmak üzere sivil yapıların yasama sürecine katılımı pratikte imkansız hale gelmiştir. Bu yasa da sosyal tabanın bilgi ve desteği olmadan TBMM gündemine gelmiştir. Sadece bu bakımdan bile eleştiriye açık ve muhtaçtır.
Kaynakça ve Notlar
· TBMM Genel Kurulu Tutanakları, “İklim Değişikliği Çerçeve Kanunu” Üzerine Görüşmeler, 2024.
· Paris İklim Anlaşması Metni ve Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı (NDC).
· AB Karbon Sınır Mekanizması Resmi Metinleri, 2021-2023.
· Küresel finans kuruluşlarının (Dünya Bankası, IMF, EBRD vb.) iklim odaklı fon mekanizmaları raporları.
· İstanbul Sözleşmesi’nden Çekilme Sonrasındaki Uluslararası Tepkiler (Avrupa Konseyi resmi açıklamaları, AB Komisyonu raporları).
· Medya ve STK raporları (TÜSİAD, MÜSİAD, çeşitli çevre örgütleri), “yeşil dönüşüm” ve “adaletli geçiş” raporları.
Not: Bu rapor, yasal düzenlemelerin henüz taslak aşamasında olduğu bir dönemde yazıldığından, güncel mevzuat ve ek gelişmelere göre değişiklikler yapılması gerekebilir. Rapordaki değerlendirmeler, farklı senaryoları tarafsız biçimde aktarmayı hedeflemektedir.
Toplam Okunma Sayısı : 286