ORTADOĞUDA BİR DANIŞIKLI DÖVÜŞ : İRAN

ORTADOĞUDA BİR DANIŞIKLI DÖVÜŞ : İRAN

Korku insandaki en kuvvetli duygudur. Korkutarak insana pek çok şeyi yaptırabilirsiniz.

 

Korku siyaset ve dış politikada da kullanılan temel enstrümanlardan biridir. Halkı korkutmanın en kolay yolu, ona bir düşman göstermektir. Düşmanla korkutulan halk, güvenli liman gördüğü ve kaybetmek istemediği devletinin (devleti yönetenlerin) arkasına sığınır ve kayıtsız şartsız destek verir.

 

Düşman korkuyu, korku itaati getirir.

 

Bu yöntem demokratik ya da değil, tüm devletlerde başvurulan bir yoldur. Ancak bu yöntemi dünyada en çok kullanan şüphesiz Amerika’dır.

 

Amerikan devleti ve siyasetçileri, 2. Dünya savaşından, SSCB’nin dağılmasına kadar geçen sürede, Amerikan halkını (ve dünya halklarını) komünist Rusya düşmanıyla korkutmuş, bu sayede iktidarlarını uzatmış ve düşmana karşı dilediğini hoyratça yapmaya, sınırsız destek almışlardır.

 

Amerika’nın dünya jandarmalığını ayakta tutan da yine halklara verdiği düşman korkusudur. Amerika Irak, Afganistan gibi dünyanın dört bir yanındaki müdahale ve işgallerine, komünizm, radikal İslam, terörizm, kitle imha silahları gibi çoğu zaman hayali düşmanları gerekçe gösterirken, halkları inandırmakta zorlanmamıştır. Çünkü korku sorgulamaya izin vermez.

 

Bu itibarla, Amerika için düşmanın varlığı vazgeçilmezdir, o yüzden düşman yoksa da oluşturulmalıdır.

 

İngilizler çekildikleri yerlerde, karışıklık ve fitneye sebep olacak tohumlar bırakır. Amerika ise ileride müdahale edeceği yerlere düşman eker.

 

Belki de 1979’da Ortadoğu’ya ekilen tohumun hasat zamanı gelmiştir.

 

FRANSIZ UÇAĞININ ROTASI İRAN

 

Takvimler 1 Şubat 1979’u gösterirken, ülkesine dönmek üzere kendisine tahsis edilmiş Air France uçağına binen “yaşlı adama”, kalabalık bir gazeteci grubunun yanı sıra, Fransız istihbarat örgütünün elemanları da eşlik ediyordu.

 

On dört yıllık sürgün hayatının son bir yılını, Paris'in banliyösü Neauphle-le-Château'da geçiren bu önemli yolcuyu taşıyan uçağın rotası İran’ı gösteriyordu. Yapacaklarıyla İran’ın olduğu kadar, Ortadoğu’nun da kaderini etkileyecek olan bu kişiye sonrasında “Ayetullah” denilecekti.

 

İRAN’IN ÇALKANTILI SİYASİ TARİHİ

 

İran tarihi esasen hanedanlıklar tarihidir. Sıklıkla Türk hanedanların hakim olduğu İran’da, son Türk hanedanlığı olan Kaçar Hanedanlığı, ülkede 1925 yılına kadar hüküm sürmüştür.

 

1908'de İran'da petrolün bulunması, ülke için bir dönüm noktası olurken, emperyalist güçlerin İran’da yaptıkları, İran’ın bugünkü sosyo-ekonomik yapısını ortaya çıkarmıştır.

 

Şii Yayılmacılığı

 

İran halkının İslamiyet’le tanışması Hz. Ömer’in hilafeti döneminde olmuş, 636’da İran Sasani Devleti yıkılmış ve İran toprakları Arap nüfuzu altına girmiştir.

 

Bu tarihten itibaren, Arap milliyetçiliğini milli benliklerine yönelik bir tehdit olarak algılayan İranlılar, bağımlı oldukları Hilafete karşı farklı bir kimlik arayışına girmişlerdir. Bu süreçte İranlılar, Hz. Ali taraftarlığı üzerinden Araplara karşı bir duruş sergileyerek, İranlı kimliğini yeniden inşa etmek istemişlerdir.

 

1501 yılında Safevî Devletini kuran Şah İsmail, genişleme yolunda ilk olarak Şiiliği devletin resmi mezhebi olarak kabul etmiş, çoğunluğu Sünni olan topluluğu Şiiliğe döndürmüştür.

 

İslam dinine mensup, varoluşu bakımından yayılmacı kimliğe sahip İran, genişleyebilmek için kimliğini radikal şekilde dönüştürme yoluna gitmiş, bu yolla Sünni İslam toplumunda ayrışmıştır.

 

Öte yandan İran, Şiiliği yayma girişimlerini tarihten bugüne devlet politikasının merkezine yerleştirmiştir.

 

Pehlevi Dönemi

 

1925 yılında ülke yönetimini tamamen ele alan Harbiye Bakanı Rıza Han, Kaçar Hanedanlığının egemenliğine son vermiş, böylece Pehlevi ailesinin hanedanlığı başlamıştı.

 

İran ordusunda Generalken İngiliz ajanı Reporter tarafından İngilizlere tanıtılan Rıza Pehlevî, 1921’deki darbeyle İngilizler için çalışmaya başladı. Hızla yükselen Pehlevi, 1923 yılında başbakan, 1925 yılında İran şahı oldu.

 

O’nun döneminde, 1941’den II. Dünya Savaşı sonuna kadar, İngiltere ve SSCB İran’ı işgal etti. Bu tarihten sonra Şah Rıza'nın ülkeden uzaklaştırılmasıyla, gerçekte işgal güçlerinin denetiminde olmak kaydıyla, oğul Muhammed Rıza Pehlevî iktidarı başlamış oldu.

 

Muhammed Rıza Pehlevi Batı yanlısı ve reformistti. Yaptığı Batıcı uygulamalar halkı dini ve kültürel değerlerden uzaklaştırmaya yönelik olunca, halk protesto gösterilerine başlamıştır.

 

DEVRİME GİDEN YOL

 

Ajax Operasyonu

 

1951'de İran Ulusal Cephesi, halkın büyük çoğunluğunun da talebi olan petrolün millileştirilmesi kararının Mecliste kabul edilmesini sağladı. Aynı yıl başbakan olan Muhammed Musaddık’ın meclisin kararını onaylamasıyla İran petrolü millileşmiş oldu.

 

Bu karar ve Musaddık'ın bağımsızlıkçı politikaları, İngiltere ve ABD'nin tepkisini çekmişti. Karşılığında Musaddık, İngiliz-Amerikan ortak yapımı darbeyle, 1953’te devrildi. Yönetimi devralan Şah, İran petrollerinin % 50’sinin işletme hakkını, İngiliz ve Amerikan şirketlerinden oluşan konsorsiyuma devretti.

 

Başbakan Musaddık’ın İran petrollerini millileştirmesinin ardından Amerikan destekli bir darbe ile düşürülmesi, İran halkında yabancı düşmanlığını tetiklemiş, bu da devrime giden sürecin başlamasında etkili olmuştur.

 

Ak Devrim Reformları

 

İslâm Devrimi'ne giden süreçte önemli gelişmelerden biri de Şah'ın 1963 yılında gündeme getirdiği “Ak Devrim” reformlarıdır.

 

Toprak reformu, seçim reformu, devlet işletmelerinin hisselerinin belirli oranda satılması gibi düzenlemeleri içeren Ak Devrim, toprak sahiplerini sanayi yatırımlarına yönelterek kapitalist bir ekonomik yapı kurmayı hedeflemiş ve halk sosyal bir değişime zorlanmıştır.

 

Muhammed Rıza Şah reformlar kapsamında, ulemanın hukuk ve yargısal etkilerini kaldırmış ve mali bağımsızlıklarına da son vermiştir.

 

Şah'ın reformları, esnafın, toprak sahiplerinin ve ulemanın da tepkisini çekmiş, ulema sınıfı toplumun alt kademeleriyle etkin bir muhalefet oluşturmuş, liberal ve sol kesimlerin (TUDEH Partisi) muhalefetiyle birleşerek, Şaha karşı etkin duruma gelmişti.


1963 yılında, ulemanın seçim reformuna tepki göstermesiyle başlayan olaylar sonucunda pek çok kişi öldü. Humeynî bu olaylardan sorumlu tutularak tutuklandı, 18 ay hapiste tutulduktan sonra sürgüne yollandı. Humeynî önce Türkiye'ye, sonra Irak'a, en sonunda ise Fransa'ya gitti.

 

VE İRAN’IN KIRILMA NOKTASI : DEVRİM

 

İran Devrimi, Ocak 1978'de Şah karşıtı ilk büyük halk gösterileri ile başladı. Grevler ve gösteriler ülkeyi ve ekonomiyi felç ettikten sonra Şah, 16 Ocak 1979'da ülkeyi terk etti ve 1 Şubat 1979'da büyük bir halk kitlesinin karşılamasıyla, Ayetullah Humeynî İran'a geri döndü.

 

1 Nisan 1979'da İran resmen İslâmî Cumhuriyet oldu. Aralık 1979'da ülke teokratik bir anayasayı ve Humeynî'nin ülkenin dinî lideri olmasını onayladı.

 

Şaşırtıcı derecede hızlı gerçekleşen devrim karşısında, ne askerî bir karşı koyuş, ne mali bir kriz, ne de bir ayaklanma yaşandı. Bunun arkasında yatan gerçek, İran halkının Şah karşıtı birleşik muhalefeti olduğu kadar, Amerika’nın ordu komutanlarını devrime hazırlamış olmasıydı.

 

Devrimin Kurbanları

 

Hem milliyetçi hem de Marksist muhalif gruplar, İslâmî gelenekçilerle birlikte Şah'a karşı mücadele etmelerine rağmen, binlercesi devrim sonrasında İslâmî rejim tarafından idam edildi.

 

O dönemde Humeynî'nin sağ kolu olan Ayetullah Montazeri, 2000 yılında yayınladığı Hatıralar adlı kitabında, “1988 yılında, 30.000 siyasî tutuklunun Humeynî'nin emriyle idam edildiğini” yazıyordu.

 

Humeyni, ülkede komünistleri temizledi, yanı sıra liberal ve sosyal demokratları da.

 

İRAN-IRAK SAVAŞI : AMERİKA’NIN İRAN’A KESTİĞİ CEZA

 

Büyükelçilik Baskını

 

4 Kasım 1979'da bir grup İranlı öğrenci, ABD büyükelçiliğinin “casus yuvası” olduğu iddiasıyla elçilik personelini rehin aldı.  Öğrenci liderleri, Humeynî'den izin almadan elçiliği basmalarına rağmen, Humeynî olayın başarıya ulaşması üzerine onları destekledi.

 

ABD yönetiminin müzakere çabaları ve  kurtarma operasyonu başarısız oldu. Ancak 19 Ocak 1981’de, Cezayir Bildirisi'ne istinaden rehineler serbest bırakıldı.

 

Müslümanların Savaşı

 

Devrim sırasında İran'ın güçlü ordusu dağıtılmıştı. ABD büyükelçisinin Saddam’ı telkin ve teşvikiyle, 22 Eylül 1980'de Irak ordusu Huzistan'a saldırdı ve İran-Irak savaşı başladı.

 

Irak kuvvetleri 1982'ye kadar çeşitli ilerlemelerde bulunsa da sonrasında İran ordusu bu kuvvetleri geri çekilmek zorunda bıraktı. Savaş, 1988'de tarafların BM'nin barış antlaşmasını kabul etmesiyle sona erdi.

 

İran’da 100.000'den fazla can kaybına mal olan savaş sırasında, aralarında Amerika’nın da bulunduğu pek çok ülke, her iki tarafa da silah sattı.

 

Irak’ın Amerika tarafından İran’a saldırmaya teşviki, Ortadoğu’da kaos çıkarmak, silah satmak gibi çıkar amaçlı hedefler gütmenin yanında, büyükelçilik operasyonu nedeniyle, Amerika’nın İran’ı cezalandırması, Humeyni’nin yoldan çıkması halinde neyle karşılaşacağının ağır bir şekilde hatırlatılmasıydı.

 

GİZLİ MÜZAKERELER

 

Humeyni’nin sürgündeyken Amerika’yla müzakereler yaptığı ve onlara İran’daki Amerikan çıkarlarına dokunulmayacağı ve aynen korunacağı yönünde garantiler verdiği, bugün belgelerle açığa çıkmış durumda. Yayınlanan belgelere göre;

 

Humeyni daha 1963'te Tahran’da ev hapsindeyken, Kennedy yönetimine destek mesajı iletmişti. Bu ilk mesajında Humeyni, İran'daki ABD çıkarlarına karşı olmadığını vurguluyor,  hatta Sovyet ve İngiliz etkisine karşı ABD varlığını gerekli gördüğünü söylüyordu.

 

Humeyni 5 Ocak 1979’da Paris’te kendisini ziyaret eden Amerikalı temsilciye Washington'a iletilmek üzere şunları söylüyordu: "Petrol konusunda endişe olmamalı. ABD'ye petrol satmayacağımız doğru değil." Humeyni görüşmede, İran'ın kalkınmak için özellikle ABD'ye ihtiyaç duyacağının altını çizmişti. 

 

Humeyni devrimden hemen önce 15 Ocak 1979'da, Carter yönetimi ile iki hafta sürecek gizli müzakerelere başladı.

 

Devrim öncesindeki halk eylemlerine, petrol/rafineri işçilerinin grevleri de eklenince, petrol sevkiyatı sekteye uğramış ve Batının çıkarları zedelenmeye başlamıştı. Humeyni, 27 Ocak 1979 tarihinde Paris’teyken Carter yönetimine "İranlı askeri liderler sizi dinler, İran halkı ise beni" diyerek gönderdiği mesajda Carter'dan, İran ordusu üzerindeki etkisini kullanarak, kendisinin iktidarı ele geçirmesine yardım etmesini istiyor, bunun karşılığında İran'daki Amerikan çıkarlarını ve vatandaşlarını koruyacağını, Amerikalılara yönelik hiçbir husumet yaşanmayacağını garanti ediyordu.

 

Amerika devrime onay verirken, Sovyetlerle yakınlaşmama ve onları İran’a sokmama şartını koyduğunda Humeyni, Rusların ateist olduğunu onlarla yakın olamayacaklarını ancak, Amerikalılar Tanrıya inandığı için, kendileriyle yakın ilişkiler kuracaklarını söylemişti.

 

16 Ocak 1979'da, Şahın ülkeden kaçmasından 2 gün sonra ABD Humeyni'nin temsilcisine, İran anayasasının değişmesine, yani monarşinin kaldırılmasına açık olduklarını söylüyor ayrıca, İranlı askeri liderlerin, kendi siyasi gelecekleri konusunda yumuşak olacakları (Humeyni’ye karşı çıkmayacakları) bilgisini de veriyordu.

 

GUADELOUPE KONFERANSI : BİR DEVRİM, BİR DARBE

 

Guadeloupe Konferansı, Fransa’nın sömürgesi olan Guadeloupe adasında, 4-7 Ocak 1979 tarihlerinde, dört batılı ülkenin liderlerinin bir araya geldiği toplantıydı.

 

Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d'Estaing’in ev sahipliği yaptığı toplantıya ayrıca ABD Başkanı Jimmy Carter, Batı Almanya Şansölyesi Helmut Schmidt ve İngiliz Başbakanı James Callaghan katıldı.

 

Monarşiyi deviren İran devriminden bir ay önce yapılan ve dünya meselelerinin görüşüldüğü toplantıda, İran ve Türkiye hakkında iki önemli karar alındı.

 

Bu yazının konusu olmamakla birlikte, Türkiye’deki 12 Eylül 1980 darbesi kararının o toplantıda verildiğini belirtmekle yetinelim.

 

Toplantının diğer önemli konusu ise İran’dı. Avrupalılar ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı, İran halkının Şahı istemediğini, Şahın direnmesi halinde ülkede iç savaş çıkacağını, İran’ın parçalanması halinde de bir bölümünün Sovyet denetimine gireceğini savunuyorlardı.

 

Konferansın sonunda katılımcılar, Şahın İran'ı mümkün olduğunca erken terk etmesine ve İran’daki muhtemel komünist ayaklanmayı bastırması ve Sovyetlerle yakınlaşmaması koşuluyla, Humeyni’nin İran Devrimi’ne yeşil ışık yakılmasına karar verdiler.

 

Toplantının ardından iç protestolar ve Pehlevi hanedanına karşı muhalefet arttı. Konferanstan 7 gün sonra 16 Ocak 1979'da, Şah İran’ı terk etti.

 

Batılı güçler, İran’ın Sovyet denetimine girmesi riskine karşı, Humeyni’yi tercih etmişlerdi. Böylece, İran İslam Cumhuriyeti, Batılı dört liderin onayı ile kurulmuş oldu.

 

FAYDASIZ DOSTLUKTAN, KULLANIŞLI DÜŞMANLIĞA

 

Amerika’nın Ortadoğu politikasında değişmez önceliği İsrail’in güvenliği olmuştur. Bu nedenle Amerika, İsrail’in de güvenliğini önceleyecek şekilde Ortadoğu’da genel Amerikan çıkarlarını gerçekleştirmeye odaklanmıştır.

 

Bu durum, Amerika’nın İran’ın bölgedeki pozisyonunu yeniden değerlendirmesine yol açmıştır.

 

Amerika, İran halkının bir yandan Şaha karşı güçlü muhalefetini diğer yandan Batı karşıtlığını (düşmanlığını) görüyor ve Şahın başta kalması halinde İran’da iç savaş çıkacağını ve ülkenin bir bölümün Rusya’nın etkisine gireceğini değerlendiriyordu.

 

Amerika’ya göre, iç savaş çıkmaması için şah gitmeli, halk teskin edilmeli, aynı zamanda bölgedeki Amerikan çıkarlarına ve İsrail’in güvenliğine zarar vermeyecek bir düzen tesis edilmeliydi.

 

Bu noktada Amerika yaptığı planı, kendisine güvenceler veren Humeyni üzerinden uygulamaya koydu. Humeyni’nin İran’da Batı karşıtı (düşmanı) bir İslam Devrimi yapmasına destek verdi.

 

Amerika, İran halkının Şah ve Batı karşıtlığına ve Humeyni’nin dini rejim arzusuna karşı durmak yerine, bu durumu tam tersinden değerlendirerek, bölgede Amerika-İsrail çıkarlarına uygun bir sürecin başlangıcı olmak üzere, Humeyni’nin görünürde Batı düşmanı, ama gerçekte dost İslam Devrimine onay ve destek verdi.

 

Böylece Amerika, Humeyni’yle giriştiği danışıklı dövüşle, bölgede kendisine ve İsrail’e karşı bir sözde düşman yaratmış, bu sayede bölgedeki çıkarları ve İsrail’in güvenliği gerekçesiyle bölgeye her türlü müdahaleyi sınırsız ve ölçüsüzce yapabilmenin önünü açmış oluyordu. Bununla Amerika, bölgede kendisine, Ortadoğu politikasında uzun yıllar işine yarayacak “kullanışlı bir düşman” ediniyordu.

 

Hazindir ki, Humeyni’nin Amerika’yla el sıkışıp geldiği İran’da halk, "Büyük Şeytan"a karşı kazanılan zaferi kutluyordu.

 

Amerika ve Humeyni, müzakerelerle anlaşmalı düşman olmayı seçtiler. Bu, her iki taraf için de kullanışlı bir ilişki biçimiydi ve iki taraf da yıllarca bu danışıklı dövüşün siyasi rantını devşirdi.

 

İran rejiminin varlığı;


Amerika İçin;

 

1-) Ortadoğu’da bir Şii-Sünni karşıtlığı ve cepheleşmesinin ortamını hazırladı.

2-) Amerika’nın bölgeye etkisi ve müdahalesi için her zaman sağlam bir gerekçe oldu.

3-) Amerika’nın İsrail’i abartılı güvenlik şemsiyesine almasının temel gerekçesini oluşturdu.

4-) Amerika’ya bölgede fütursuzca hareketi için alan sağladı.

5-) Amerika’nın başta Körfez ülkeleri olmak üzere, Sünni Arap devletlerini de “terbiye etmekte” kullandığı araca dönüştü.

6-) İran’ın kendi yaşam alanını genişletme çabası, Batı’nın Ortadoğu’da yerleşip, kalıcı olmasına hizmet etti.

 

İsrail İçin;

 

1-) İsrail bu sayede, tehdit altındayım algısını sürekli canlı, diri tuttu.

2-) Bu algı sayesinde saldırgan, yayılmacı ve pervasız davranışlarına meşru zemin elde etti.

3-) İsrail’in etrafında güvenli bölge oluşturulması operasyonuna zemin hazırlandı ve operasyonlar (Arap Baharı, BOB vb.) büyük yıkımlara, ölümlere ve göçlere neden oldu.

4-) İsrail bu sayede, başta Amerika olmak üzere, müttefiklerinden sınırsız askeri ve ekonomik yardımları kesintisiz alabildi.

 

İran İçin;

 

1-) Müslüman coğrafyada istikrarsızlaştırıcı rol oynadı.

2-) Sünni birliğini dağıtmak yolunda elinden gelen çabayı gösterdi.

3-) Ortadoğu’da “Şii Hilali / Direniş Ekseni” adını verdiği, Şii radikal cepheleşmeyi kurdu.

4-) Bu cepleşmeyi, Ortadoğu ve Müslüman dünyasının liderliğine oynamakta kullandı.

5-) İslam dünyasında görünüşte Amerika’ya ve İsrail’e en sert karşı duruşu sergileyen ülke imajı çizmeye çalıştı.

6-) Bu manipülasyonla taraftar ve prestij kazandı.

7-) Rejim ihracı çabalarını aralıksız sürdürdü.

8-) Bu sayede bölgesinde vekiller oluşturdu.

9-) Hinterlandını genişletti.

10-) Amerika’nın müdahale ettiği Müslüman coğrafyalarda, İran’a etki ve kontrol alanı açıldı.

-       1983-Lübnan; ülkenin güneyi Hizbullah kontrolüne girdi.

-       2001-Afganistan; ülkenin Herat eyaleti İran kontrolüne girdi.

-       2003-Irak; neredeyse ülkenin tamamı İran kontrolüne girdi.

-       2011-Suriye; ülkenin pek çok bölgesi İran’ın kontrolünde.

11-) Rejim, halka saldığı “büyük şeytan” korkusuyla, fütursuzca politikalarını, rahatça yürütme imkanı buldu.

 

Ortadoğu ve İslam Dünyası İçin;

 

1-) İran, İslam dünyasının bir ve beraber hareket edebilmesinin önünü kesti.

2-) İslam ülkelerinin, İran (rejim ihracı) tehdidi algısıyla, İsrail ve Amerika’yla yakın ilişkiler geliştirmesine yol açtı. (Abraham anlaşmaları gibi.)

3-) Ortadoğu’da bölücü rol oynadı.

4-) Amerika ve İsrail’in bölgedeki hedeflerine ulaşmasını kolaylaştırdı, buna gerekçe ve zemin oluşturdu.

 

Esasen, İran rejimi Amerikan planıyla kurulurken hedeflenen de buydu. Amerika’nın projesi eksiksiz çalıştı.

 

İRAN TİYATROSUNUN MİADI DOLDUYSA

 

Bugün İran’ın halihazırdaki rolü sona erdiyse ve İran’a rejim değişikliği de dahil başka bir rol biçiliyorsa, bunun nedeni ancak, Amerika’nın Ortadoğu ve İsrail’in güvenliği politikalarının öyle gerektirmesidir.

 

İran rolünü icra etmiş, görevini tamamlamıştır. İsrail’in en uygun koşulları yakaladığı bugün, yayılmacı saldırganlığı önünde İran’a yer yok.

 

İran bugün karışıklıklar, iç savaş, rejim değişikliği ve muhtemel bir bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

 

Resmi kaynaklarda bile İran nüfusunun en fazla yarısının Fars kökenlilerden oluştuğu bilgisi göz önünde bulundurulursa, başta Güney Azerbaycan Türkleri olmak üzere toplam Türk nüfusunun 25 ila 40 milyon arasında bir varlığa tekabül ettiğini gösteren araştırmalar ve Kürtler, Lurlar, Araplar, Beluçlar, Ermeniler, Aşuriler, Gürcüler gibi çok çeşitli etnik yapı bölgedeki tehlikeye dikkat çekmeye yetecektir.

 

İran’daki bu çok parçalı etnik yapı kullanılarak, ülkenin Fars bölgesi, Kürt bölgesi ve Güney Azerbaycan olmak üzere, üçe bölünmesi uzak ihtimal değil.

 

Ülkede yıllardır süren ambargolar nedeniyle yaşanan ekonomik çöküntü, rejimin İslam yorumu ve buna bağlı olarak halka dini yaşam kurallarını dayatmasının getirdiği sosyal tepki ve İsrail’in artan yıpratıcı saldırıları üzerine, etnik ayrışmanın kaşınması, İran’da bölünmeye yol açabilir.


Nitekim, 28 Eyl 2024’te ABD'de vatandaşlarıyla bir araya gelen İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın, ''Eğer ülkede bir olay olsa Azerbaycan kendi başına devlet olur, Kürdistan kendi başına devlet olur, Huzistan başka, Belucistan başka, yani artık İran kalmaz" açıklaması, İran devletinin böylesi bir tehlikeye dair bilgi ve beklentisi olduğu manasına geliyor.

 

İran’ın bu tiyatrodaki rolü sona ermişse, rejimin sahneden çekilme zamanı gelmiştir. İran’a gelecekte nasıl bir rol biçileceğini zaman gösterecek.

Toplam Okunma Sayısı : 421